Halkı bırakıp halvete çekilme hâlin iyi olmadı. Burada halvetin asıl mânası kalbi bütün fâni şeylerden temiz tutmak, iç âlemi, dünya, âhiret ve Hakk’ın zâtından gayri her şeyden temizlemektir. Bu hâl, geçmişteki velîlerin, iyilerin ve peygamberlerin hâlidir. Onların gittiği yol budur. Tek başına emr-i ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerde bulunmak, bin kişi ile gizliye geçip ibadet etmekten benim için daha sevimlidir.
***
İman sahibi nefsine baktı; gözlerini yumdu. Ümitlerini kesti ve uygunsuz arzusunu reddetti. Tâ ki nefsin görüşleri kendi helakine sebep olmasın. Nefsin yaşaması, ancak kalp ve sırra uyması sonunda olabilir. Nefse ve sırra uyulması, görüşlerinin dışına çıkılmaması ve her bakımdan birlik olunması şartı ile olur. Sır ve kalbe uyan nefis onların emirleri gereğince emreder, yasak bildiklerini yasak sayar ve onların seçtiği dışında bir seçme yapmaz. İşte bu nefse, mutmainne nefis denir. Bu nefis, sır ve kalp bir talepte birleşirler. Her üçünün de bir maksadı vardır. Nefis bunu kazanınca ona gereken şey devamlı mücadelenin azaltılmasıdır.
Hak Teâlâ’nın sende ve diğer yaratılmışlarda yaratmakta olduğu fiil tecellisi dolayısıyla münazara etme; kendi şahsî görüşlerini ortaya atma. Hak Teâlâ’nın şu ulvî kelâmını duymadın mı? “O, yaptığı işten sorumlu değildir; öbürleri yaptıklarından sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)
***
Hakk’a tâbi olmak senden hayli uzak… Edebini takınırsan pekâlâ; aksi hâlde şu hoş yerden kötü bir şekilde atılırsın. Edebim iyi eder, uyar olursan, o güzel yerde yerli olur, ikram edilirsin. Allah Teâlâ’yı seven, O’nun katında misafirdir. Misafir, hiç bir zaman için ev sahibinin arzusu dışında herhangi bir şey yemeye, içmeye ve hattâ giymeye yetkili değildir. Bütün hâlinde onlara uyması, sabırla, uysallıkla onun emrini dinlemesi icap eder. O, bu hâle devam edince denir ki: “Her gördüğün şey sana müjdecidir ve daima Hakk’a arif olanlarla karşılaşacaksın.”
Bu hâli devam ettikçe o kulun kalbinde dünya, âhiret ve Hakk’ın gayri her şey yok olur.Bütün konuşman Allah için olmalı, aksi hâlde susmak senin için daha iyidir. Yaşaman Allah için olmalı. Olmuyorsa ölüm senin için daha hayırlıdır.
Allah’ım, bizi tâatinde diri eyle; Öbür âlemde tâat ehli olanlarla dirilt. Âmin!
***
İman sahibi, nefsini itici olur. Sonra, terbiye eden ve öğreten bir eren kişi ile de sohbet eder, küçük yaşından ölüme kadar onun elinde bilgiler edinir ve terbiye alır.
O eren kişi, iman sahibine ilk zamanda Allah’ın Kitab’ını okutur ve ezber ettirir. İkinci hâlinde ise, Peygamberi’nin sünnetini öğretmeye başlar. Bunları yaparken o iman sahibini daima başarı takip eder. Bu yüzden bildiği ile amel eder. Yaptığı her iyi amel Hakk’a yaklaştırır. Her ne zaman ki, bildiği iyi işi yapar, Allah Teâlâ ona bilmediği şeylerin tılsımını ihsan eyler. Bu yapılan ameller içinde kalp, daima Hakk’ın kuvvet kademinde durur. İman sahibinin ihlâsı onu Hakk’a yakın kılar.
FETHU'R RABBANİ / ABDÜLKÂDÎR GEYLANİ
***
İman sahibi nefsine baktı; gözlerini yumdu. Ümitlerini kesti ve uygunsuz arzusunu reddetti. Tâ ki nefsin görüşleri kendi helakine sebep olmasın. Nefsin yaşaması, ancak kalp ve sırra uyması sonunda olabilir. Nefse ve sırra uyulması, görüşlerinin dışına çıkılmaması ve her bakımdan birlik olunması şartı ile olur. Sır ve kalbe uyan nefis onların emirleri gereğince emreder, yasak bildiklerini yasak sayar ve onların seçtiği dışında bir seçme yapmaz. İşte bu nefse, mutmainne nefis denir. Bu nefis, sır ve kalp bir talepte birleşirler. Her üçünün de bir maksadı vardır. Nefis bunu kazanınca ona gereken şey devamlı mücadelenin azaltılmasıdır.
Hak Teâlâ’nın sende ve diğer yaratılmışlarda yaratmakta olduğu fiil tecellisi dolayısıyla münazara etme; kendi şahsî görüşlerini ortaya atma. Hak Teâlâ’nın şu ulvî kelâmını duymadın mı? “O, yaptığı işten sorumlu değildir; öbürleri yaptıklarından sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)
***
Hakk’a tâbi olmak senden hayli uzak… Edebini takınırsan pekâlâ; aksi hâlde şu hoş yerden kötü bir şekilde atılırsın. Edebim iyi eder, uyar olursan, o güzel yerde yerli olur, ikram edilirsin. Allah Teâlâ’yı seven, O’nun katında misafirdir. Misafir, hiç bir zaman için ev sahibinin arzusu dışında herhangi bir şey yemeye, içmeye ve hattâ giymeye yetkili değildir. Bütün hâlinde onlara uyması, sabırla, uysallıkla onun emrini dinlemesi icap eder. O, bu hâle devam edince denir ki: “Her gördüğün şey sana müjdecidir ve daima Hakk’a arif olanlarla karşılaşacaksın.”
Bu hâli devam ettikçe o kulun kalbinde dünya, âhiret ve Hakk’ın gayri her şey yok olur.Bütün konuşman Allah için olmalı, aksi hâlde susmak senin için daha iyidir. Yaşaman Allah için olmalı. Olmuyorsa ölüm senin için daha hayırlıdır.
Allah’ım, bizi tâatinde diri eyle; Öbür âlemde tâat ehli olanlarla dirilt. Âmin!
***
İman sahibi, nefsini itici olur. Sonra, terbiye eden ve öğreten bir eren kişi ile de sohbet eder, küçük yaşından ölüme kadar onun elinde bilgiler edinir ve terbiye alır.
O eren kişi, iman sahibine ilk zamanda Allah’ın Kitab’ını okutur ve ezber ettirir. İkinci hâlinde ise, Peygamberi’nin sünnetini öğretmeye başlar. Bunları yaparken o iman sahibini daima başarı takip eder. Bu yüzden bildiği ile amel eder. Yaptığı her iyi amel Hakk’a yaklaştırır. Her ne zaman ki, bildiği iyi işi yapar, Allah Teâlâ ona bilmediği şeylerin tılsımını ihsan eyler. Bu yapılan ameller içinde kalp, daima Hakk’ın kuvvet kademinde durur. İman sahibinin ihlâsı onu Hakk’a yakın kılar.
FETHU'R RABBANİ / ABDÜLKÂDÎR GEYLANİ