Herkes zaman kavramı olmaksızın işlerini yürütmek ister, oysaki zaman kavramından yalnızca Allah mesul değildir. Bizler bile yaratılanların en erdemlisi olarak zaman kavramına muhatap isek yapmamız gereken tek şey bize verilen bu unsuru çok iyi bir şekilde değerlendirmektir. Koşuşturma içerisinde geçen günlerimizde sevdiklerimize bilhassa kendimize bile vakit ayırmaktan mustaribiz. Günümüzde iş yerinde, yolda, okulda hatta evde bile kafamızı meşgul eden şeylerden dolayı zamanımızın olmamasından yakınmaktayız. Boş bir şekilde otururken bile zihnimizi bulandıran sahtelikleri, aklımızın almadığı bazı gerçeklikleri saatlerce düşünerek öldürdüğümüz zamanın kıymetini bilseydik eğer ne denli hidayet sahibi olacaktık öngörmek bile mümkün değil. Çünkü akıp giden zamandan geriye kalacak olan tek şey yalnızca hislerdir. O halde niçin bir tohum gibi filizlenecek olan güzel hisleri içimize ekmekten aciziz? Elbette ki bu bizlerin suçu değil. Ülkemizde insanlar 12 saat çalışıp sarf ettiği işten daha az bir miktar para elde etmektedir zira insanlar gününün çoğunu iş yerinde harcamakta olduğu için eve geldiğinde ise bedenen ve zihnen yorgun olması neticesiyle çocuklarıyla, eşiyle dostuyla geçirdiği vakte kendini tam anlamıyla verememektedir. Bu bozuk sistem elbette böyle geldi böyle gidecek diye bir şey yok.
Zaman kavramı yalnızca bizim devrimizin fertlerinin yakındığı bir problem değil, asırlar boyu insanlar yaşadığı anın kıymetini bilemeden, geçmişin pişmanlıklarına, geleceğin kaygılarına kafa yorarak göçüp gitti bu dünyadan. Geriye yalnızca pişmanlıkları kaldı. Şimdi eminim ki o insanlar yeniden dünyaya gelse asla yapmayacağı bir şey vardır; anını ziyan etmemek. Nedir bu anı ziyan etmemek? Hepimiz bir imtihana tabii tutulduğumuz için bu dünyada bulunmaktayız, hiç kimse bir diğerinden üstün değil ve hiç kimse dertsiz değil. Hiç kimse yaptığı hatalardan dolayı pişmanlık duyduğu halde sorumlu tutulmaz ve hiç kimse şuan saatlerce düşünerek geleceğini değiştiremez. Belki bir şeyleri değiştirebiliriz, kafamızı ve gönül dünyamızı. Bize bir fırsat verildi ve bu dünyaya göç ettik, yolculuğumuz esnasında yere düştüysek niçin yere düştüm diye oturup ağlarsak varacağımız yere tam vaktinde yetişsek bile o yolculuğu acı içinde tamamlayacağız. Tam da düştüğümüz yerden yaralarımızı sarıp doğrularak yürüdüğümüz takdirde daha özgüvenli devam edeceğiz yolumuza, düşen bir insanla karşılaştığımızda onun yaralarını sarıp elimizi uzatırsak daha sevgi dolu yürüyeceğiz. Eğer düşen insan bizi de düşürmek istiyorsa onu düştüğü yerde bırakmamız gerekecek ki diğer düşen insanlara yardım ışığımızı söndürmesin parlayarak devam edebilelim yolumuza. Kendisi düşmeden bizi düşürmek isteyenler veya düştüğümüzde elini uzatmayanlar olacaktır, onları da kendi yürüdüğü yola yalnız uğurlamak gerekir. Netice olarak niçin düştüğümüzün hikmetini kavrarsak ve doğrulduğumuzda bizi kimin beklediğinin bilincinde olursak baldan tatlı bir ömür sürdüreceğiz anı yaşamanın keyfiyle.
Dün geçmişte kaldı, yarın ise bilinmez bir yol, bugün bizim günümüz. Dün başımıza ne geldiyse, dünkü yaşanandan dolayı şuan ne kadar kötü hissediyorsak bu hikmetleri kavrayamamamızdan kaynaklıdır. Dünkü yaşanandan dolayı bugün hala acı çekiyorsak ve bugün bizim günümüz ise artık doğrulma vaktimiz geldi demektir. Tekrar düşersem bile artık korkmuyorum çünkü bugün benim günüm ve hala yürüyebiliyorum diyerek, düşürmek isteyenlerden artık korkmuyorum çünkü onlar kendi yolunda ben kendi yolumdayım diyerek, düşenlere artık üzülmüyorum çünkü onlar için yardım eli her daim hazır ve nazır diyerek. Bugününü ışıl ışıl parlayarak yaşa ki geleceğinde bir yıldız olasın. Hiç kimse ile yarışa girmeden milyonlarca yıldızdan yalnızca bir tanesi misali, parlayarak.
Harika bir yazı. İnsanın içine adeta umut tohumu ekiyor.