Uşak Haber Merkezi bünyesinde bulunan Uşak Son Nokta Gazetesi 5 yıldır verdiği hukuk mücadelesini alnının akıyla kazandı. Bu zorlu süreçte bizlerin yanında hiç inancını kaybetmeden duran, bizlerden desteğini esirgemeyen dostlarımız ve takipçilerimize teşekkürü bir borç bilir bu müjdeli haberi sizlerle de paylaşmaktan duyduğumuz memnuniyeti buradan belirtmek isteriz.
Sizlerde hatırlarsınız ki 2011 yılında Fettullah Gülen'e cia ajanı diyerek başlattığımız 11 bölümlük yazı dizisi halinde yayınladığımız yazılarımız, aynı zamanda fetö iddianamesine 2 yazarımızın delil nitelikli yazılarını adli mercilerde kullanılarak adaletin tesis edilmesinin sağlandığı paylaşımlarımız ve Uşak'ta Fetöyle mücadele amacıyla başladığımız gazetecilik serüvenimiz, maalesef ki 2016 yılında Uşak Son Nokta Gazetesinin şaşırtıcı bir şekilde hemde fetö suçlamasıyla yayının durdurulması kararı bizler için inanılması güç ve tarifi imkansız bir süreci başlatmıştı.
Üstelik yıllarca süren hak arama mücadelemiz 26,02,2020 tarihinde beraat ile sonuçlanmış olsada, istinaf mahkemesine kararın gönderilmesiyle 2 sene daha uzatılmış, en sonunda 06,01,2022 tarihinde kesinleşerek beraat kararı onanmış oldu.
Haber metninin devamında paylaşacağımız mahkemede verdiğimiz savunma ve verilmiş olan beraat kararının kesinleşmiş olan şerhini siz değerli takipçilerimizin dikkatine sunarız.
Mahkemeye vermiş olduğumuz dilekçe;
Madem bunca yıl FETÖ ile çok açık herkesin gözü önünde ve etki ve yankıları topluma, şehrin yönetimine ve halka sirayet etmiş büyük bir mücadele veren bir gazeteci olarak şu anda FETÖ Terör örgütü lehine propaganda yapmak suçlaması ile hakim karşısında ifadem isteniyor. O halde FETÖ ile ilgimi iltisakımı yani bütün siyasetimi ve yayın politikamı arz etme zorunluluğum ve mahkemenizin de bu ifademi dinleme ve beni anlama zorunluluğu doğuyor ki gerçekten Adalet ile hükmedilebilsin. Ne de olsa yargılandığımız suç vatana ihanet edenlerin propagandasını yapmak ve biz bu suçtan en son yargılanması gereken gazeteciyiz bu şehirde. Bu yüzden bütün detayları ile özellikle gazetecilik ve fetö ile ilgi yada mücadele serüvenimi anlatmak durumundayım uzasa da. Zira siz mahkeme heyeti de takdir edersiniz ki; vatan hainliğinden yani fetö gibi vatan hainlerinden oluşan bir örgütün propagandasını yapmaktan yargılanan birisi bu kadar ciddi bir suçlama altında ise bildiği ve yaşadığı konuyla ilgili bütün detayları anlatma mecburiyetinde kalır. Hemen konuya geleceğim, Fetullah Cemaati ile küçük yaşta tanıştım. O yıllarda Öğretmen olan Amcam Mehmet Çavuşoğlu, kendisini cemaate mensup hissetiğini söylememekle beraber bütün din adamlarını övdüğü gibi Fetullah Gülen'i de överdi bizlere aile meclislerinde.
Küçük yaştan itibaren dine ve Atatürk’e aşırı ilgili bir çocuktum ve dini konularda öğrenmeye diğer konulardan daha meraklı idim. Keza ilk ve ortaokul din dersinde yada sosyal bilgiler vatandaşlık tarihi gibi derslerde belki de okulun en iyi öğrencisi idim. Amcamın anlattıklarından pek ilgimi çekmese de babamın zaman zaman dile getirdiği beni dini yurtlara verip Oralarda okutma ve dinimi de öğretme isteği mecbur ettiği için bir kaç kez de o yıllarda mahallemizde bulunan adını Akyazılı Yurdu diye hatırladığım sonra Üftade Okulu olarak değişen yurda gitmişliğim ve oradaki belletmen adı verilen abilerle görüşmüşlüğüm oldu. Zaten bir kaç görüşmeden sonra anladım ki bu cemaat işi yada yurt işi bana göre değil ve babamın bir daha dile getiremeyeceği eksikleri tespit ederek babama aktardım cemaat konusu böylece kapandı. Zaten babamın da amcam ne kadar anlatsa pek kafası sarmazdı bu cemaat işlerine ille de Fetullah hocaya bir antipatimiz vardı ve zamanla tanıdıkça bu arttı.
Gençlik yıllarım bu Atatürk ve Devlet Düşmanı olduğuna daha çocukluk yıllarında emin olduğum cemaat ile mücadele ile geçti kendi çapımda tabi. Etrafımda hiç fetullahçı bulundurmadım. Askerde dini konulara olan ilgim doruğa çıktı ve çok kitap okudum tasavvufa merak salmıştım ve ne bulsam okumaya çalışıyordum. Askerden geldikten sonra da bu okuma alışkanlığı kesintisiz devam etti uzun bir müddet. Gazali'nin, Abdülkadiri Geylaninin bütün eserlerini hatta Muhyiddin Arabi'nin de bütün eserlerini su gibi yutmuş, Kütübi Sitte denilen hadis külliyatının tamamına yakınını okumuş ezberinde yüzlerce hadisi şerif yada İslam tarihine dair hadise ve olay bulunan, Sahabelerin ve Evliya olarak tarihe geçenlerin pek çoğunun hayatlarını bilen ille de Ehlibeyt Efendilerimiz ile ilgili yazılmış ve benim gibi sıradan bir insanın ulaşıp okuyabileceği hemen her şeyi okuyup bilgi edinmiş bir insan haline dönüştüm bir kaç yıl içinde. Bunları bilgi olarak veriyorum ki yaşadığım kafaları da yakın yaklaşık tahmin edebilesiniz. Tasavvufa ilgim okudukça düşündükçe arttı Alkol alırdım arada tevbe ettim o ara, kahveye takılırdım bıraktım hayatıma çeki düzen vermeye başladım ve ölçüler edinip uygulamaya koyuldum. Memnundum kendimi disipline etmekten ama zamanla anladım ki bu yalnız başına pek mümkün değil. Böylece arayış başladı. Menzilcilerde bir adam vardı ilgimi çeken mesela öldü şimdilerde Allah Rahmet eylesin, Ehlibeytçi idi ama Saidi Nursiye hazret dediği için anlaşamazdık. Saatlerce sohbet etsem sıkılmayacağım kadar sever beğenirdim ama söz Saidi Nursiye Atatürk ve Cumhuriyete geldi mi pekte anlaşamazdık. Açıktan düşmanlığı olmasa da Hakkı özelde kabul etse de dile getiremeyeceğini söylerdi anlayamazdım ve anlaşamazdık çünkü Atatürk’e karşı mesafesi olanla işim olmazdı.
Tam bu yıllarda Prof. Dr. Haydar Baş'ı televizyonda keşfettim. Her Pazartesi sohbete çıkıyordu genellikle dini ama her sahaya yayılabilen sohbetler ederdi hoca programda. Atatürk ve Cumhuriyet değerleri ile sorunu olmayan bir hoca bulmuştum. Artık Meltem Kanalı televizyonumda 1. kanal idi ve neredeyse başka kanal izlemiyordum yoğun dini duygular ve maneviyat yaşıyordum. O sırada zaten yeni de sınavlara girip Devlet Memuru olmuşum keyfime diyecek yok. Hülasa dinin bütün ölçülerine itikat edip uyguladığım gibi vecibelerini de yerine getiriyordum karınca kaderince. Sene 98 İdi galiba tam bu sırada bu fetullah cemaatinin Dinler Arası Diyalog fitnesi başladı. Tabi Haydar Hoca beklediğim gibi beni yanıltmadı ve derhal Dinler Arası Diyaloğa karşı savaşa girişti. Ben de bu savaşa kendi çapımda destek vermeye başladım. İşyerimde evimde çevremde kim varsa uyarıyordum hiç değilse.
Hele cemaate ilgisinin olduğunu duyduğum tanıdıklarıma özel özel gidip izah etmeye çalışıyordum Allah rızası için. Amcam da mesela asla sözümü anlatamasam ve beni her gittiğim de kırsa da gittiklerimden birisidir. Bir kişiyi o cemaatten ya da etkisinden kurtarmayı bile büyük kıvanç sebebi sayıyordum ki hitabet kabiliyetim ve donanımım yetrli olduğu için pekte zorlanmıyordum. Keza bir çok ismi tanık olarak getirebilirim cemaatten caydırdığım. Tabi o yıllar şehir de siyasette etkimiz sıfır denecek kadar az ve o yıllar sosyal medya vs olmadığı gibi bizde gazetecilikte yok. Yıl 2001 AKP kuruluyor ve anladım ki AKP Cemaatle anlaştı iktidara getirilecek. Haydar Hocam parti kursa bari deyip duruyorum evde, dediler parti kuruyoruz çok sevinmiştim. AKP'ye alternatif ortaya koyarsak halkı AKP ve cemaate oy vermekten alıkoyabilir emperyal planların devreye girmesini önleyebiliriz diye düşündüm. Nitekim Memur olmama rağmen ve partisine üyeliğim dahi bulunmamasına rağmen Haydar Baş'ın partisi için Uşak'ta gitmediğim köy kasaba bırakmadığım gibi bir çok köye defalarca gitmişimdir kendi arkadaşlarım ve kah O'nların kah benim imkanlarım ile. Her gittiğim köyde muhakkak asıl fitnenin fetullah olduğunu halkımızın onlara karşı ayık olması gerektiğini anlatmışımdır. Hiç bir siyasi sorumluluk almadan perde arkasından ülke yada şehrin yönetilmesini yanlış bulduğumu ve özellikle Dinler Arası Diyaloğun gençlerimizi hristiyanlaştırma projesi olduğunu da anlattım. Ayrıca çareyi çözümü panzehiri anlattım namuslu her vatanseverin yapacağı gibi. Siyasetin içine girdikçe anladım ki ortada bir tiyatro oynanıyor ve biz sadece figüran olabiliyoruz. Bu düşüncelerle ve maddi zorluklar yaşamam sebebiyle siyasete biraz ara verdim Meltemi takip etmekle beraber.
Sene 2009 yerel seçimlerinde Prof. Dr. Haydar Baş'ın Partisinin bir beldeyi üs olarak belirleyip orada seçimi kazanıp o hizmetleri ülkeye örnek göstererek oy istemek gibi bir projesi olduğunu duydum beğenmiştim. Civar beldelerden birisini bu anlamda üs yapmaya partiyi ikna edebilirsem çok iyi işler çıkartabiliriz dedim. Çünkü kendi hitabet ve ikna kabiliyetime ayrıca halkı peşimde sürükleme kabiliyetime güveniyordum. Keza beni kahvede pür dikkat saatlerce dinlerlerdi pek çok beldede. Neyse Partinin Uşak teşkilatını oluşturan arkadaşlar ile geçinemediğim için Manisa'yı seçtim ve Uşak'a en yakın kasabası olan Sancaklıbozköy kasabasına gittim bir kaç kez. Tabi bütün beldenin takdirini topladım ve yerel de yaptıklarım projeleri beraber yapmaya ikna ettim. O kadar ki MHP'nin adaylık teklif ettiği adam bize geliyordu ben sizin partiden aday olayım yada siz beni MHP'de destekleyin diye CHP zaten aday bulamıyordu çünkü kasabadaki CHP'lilerin hepsi Haydar Baş'çı olmuştu çünkü kendimizi de Hocayı da sevdirmiştik.Tam bu esnada Haydar Hocanın Uşak'a geleceğini öğrendik ve Yunus Emre Dinlenme Tesislerinde önünü kesip kasaba olarak ağırlama kararı verdik. İnanın yüzlerce kasabalı Onlarca traktör motokuzi yada otomobil ile yola yani köye bir kaç kilometre uzaklıktaki İzmir Ankara Asfatlına indik. Hoca memnun oldu tabi yolunun kesilip davet edilmesine ve davete icabet etti. 2Bin nüfuslu belde de üstelik yağmur altında 800 civarı insan kasaba meydanında toplandı. Ama Haydar Hoca nedense beş dakika konuştu yada konuşmadı çay bile içmeden kasabadan ayrıldı. Tabi biz arkasınca bizimle beraber köyden Uşak'a dört beş araba insan da geldi Uşak’a o köylüden.
Ama beklediğimiz gibi Genel Başkan bizden ve kasabadan memnun kalmamıştı nedense? Bilakis salona geldiğinde beni yanına çağırttı ve beni azarlayarak partisinden uzak durmamı Uşak'ı mahvettiğimi falan söyledi. Kendisine 500 Metre yaklaşmamı yasakladığını partisinden ve teşkilatlarından uzak durmamı söyledi. Çıkarkende yanındaki Harun Kayacı ve Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi’ye bakarak MİT’in adamı bu dedi benden için. Şaşırdık tabi arkadaşlarla beraber. Çünkü Uşak'ta beraber hareket ettiğim kalabalık bir arkadaş gurubumda vardı. Bizi kutlamasını ve bize destek olmasını beklediğimiz Genel Başkan bizi partisinden adeta kovmuştu ve izahı yoktu esasen yaşadığımızın. Hangi mantık sahibine sorarsanız sorun izahı yoktu. Üstelik Mitin elemanı olduğumu söylemesi işi iyice mantıksız hale getirmişti çünkü MİT ile uzaktan yakından alakam olmadığı gibi hiç bir Mitçi tanımam Mit binası neresidir Onu bile bilmem inanın hala da bilmem. Tabi izahı olmayınca arkadaşlarıma dedim ki biz Uşak'ın siyasetini ele geçiren fetönün elinden almanın yollarını tartışalım. Bırakalım Hoca kendi yolunu çizsin biz kendi yolumuzu çizelim ve Uşak Belediyesini alalım Hocam beldeye razı olmadı demek ki dedim. Arkadaşlarımın da aklı yattı ve o gece memuriyetten istifaya ve gazete işine girmeye karar verdik. İnternet Gazeteciliği ile başladığımız serüveni ileride günlk gazeteye dökecektik ve basın ilan kurumunun desteği ile para kazanan gazete sayesinde de rızkımızı çıkartacaktık.
Daha sonra ilçeler ve bölgesel gazete olma yolunda ilerleyecektik planımız buydu. Nitekim 2009'un sonlarına doğru kurduğumuz internet gazetesi 1 yıl içinde acayip reytingler elde etmeye başladı. Habercilik anlayışımız, kadronun Üniversite öğrencisi ölçülü efendi gençlerden ekseriya oluşması ve hemen tamamamızın okumuş dokumuş tahsilli insanlardan oluşması ve cesaretle konuların üzerine gitmemiz halkın hoşuna gitmiş ve ilgisini çekmişti.
Fetullah gülen CİA Ajanımı manşeti ile yazı dizisi başlatıyordu bir yazarımız diğer yazarımız fetullahçıların kurumlarda kurdukları tezgahları ve yolsuzlukları deşifre ederken bir diğeri Uşak'ı Yönetemeyenler yazı dizisi yapıyor ve bütün kurum yöneticilerini ve siyasetçileri halkı etkiler bir dille çok ağır eleştiriyordu. Dönemin Belediye Başkanı Ali Erdoğan'ın illallah dediği bir ekiptik aynı şekilde İl Genel Meclisi Başkanı Ali İhsan Uzun ve İl Özel İdare Sekreteri Servet Ecemiş'in. Ama Valiler ve Emniyet Müdürleri severdi eskiden beri nedense. Çünkü haddini bilen doğru yazılar yazardık halkta da karşılık bulurdu hala da öyledir bu yayın politikası ekibimizde azalma yada performansta düşüş olsa da maddi yetersizlikler sebebiyle hiç değişmedi ve değişmez. Bırakıp kapatıp gidebiliriz belki ama asla bu kirli rant sistemine uymayı ve görmezden gelip işimize bakmayı seçmeyiz. Onurumuza ve izzetimize paha biçtirmeyiz. Keza inancımız gereği de harama tevessül etmemiz gerektiğini hep bildik ve biliriz. Detay çok ama icab edenleri yani cemaat ile mücadelemizi kısa kısa izah edeceğim. 2011 Milletvekili seçimleri idi ve cemaat karar vermişti Hazim Sesli'yi 3. Sıadan Milletvekili seçtirip kahraman yapacaktı hatta şehrin sahibi gibi ilan edeceklerdi.Nitekim seçilseydi eminim cemaatin de kendine sağlayacağı ekstra ulusal çapta imkanlar ile Şehrin sahibi pozisyonuna gelecekti.
Düşünsenize Nevşehir'den bir aile gelecek cemaat ile iyi ilişkileri sayesinde yükselecek içlerinden birsini de cilalalyıp şımartarak şehrin sadece Milletvekili değil sahibi gibi muameles yaşamasını sağlayacaklar. Tabi edindiğimiz duyumlara göre Fetullah Hoca da ilerleyen yıllarda Uşak'tan da ev edinecek ve zaman zaman Uşak'a teşrif buyurup burada ikamet edecek. Uşak fetönün merkezi ya bu gerçeklik ilan edilecek aynı zamanda. Tabi plana göre Hazim Sesli'nin seçilmesi için CHP ve MHP Adayları bir miktar yıpratılacak, algılarda AKP'nin 3-0'ı kesin alacağına kilitlenecek. Vedat Orhan 3-0'ın Uşakta pek mümkün olmadığını detaylıca rakamlarla istatisitiklerle anlattığı bir yazı yayımladık. Cemaat ciddi rahatsızlık izhar etti bu yazı sonrası ve anladık ki doğru yoldayız. CHP Milletvekili Dilek Yılmaz'a cemaat aracılığı ile kurulduğu çok açık olan cemaat ile çalışan sözde yerel basına dayalı bir kumpası bizzat önledim aynı şekilde yine basın yeraltı dünyası ve emniyet ortaklığında cemaatin yürüttüğü bir operasyon ile Metin Deniz Savaş'ın yıpratılmasını operasyonunu da o zamanki yazılarımız ile deşifre edip durdurmuş idik. Sesli aleyhinde ve cemaat aleyhinde yazdığımız yazılar ve yaptığımız haberlerinde hayli etkisi oldu Hazim Seslinin seçilemeyişinde. Seçim bitmişti ve Dilek Yılmaz seçilmiş ve Hazim Sesli seçilememişti. CHP ve MHP'den umduğu oyu koparamayışından bizi sorumlu tutan cemaatin adamlarının bizlere yaptıkları tehdit ve baskılardan hiç bashetmiyorum bile detay olur diye. Cemaatin biricik prensi gibi gösterilip şımartılan Hazim Sesli bu sefer Milletvekili seçilemeyince Mustafa Kuveti'i istifa ettirerek UTSO'nun kasasının başına geçmeyi hedefledi. O zaman da yine Mustafa Kuvvet'e yapılan operasyonu durduran ve Kuvvet'in UTSO'nun başında kalmasını sağlayan da Uşak Haber Merkezi ekibi idi.
Yine cemaatin Tarımdan Ormana Zekadan Kosgebe yada TKDK'ya bir çok alanda çevirdiği dalavereyi ortaya çıkartan onlarca habere de imza atmış bir ekibiz, yine zekatın cemaatlerce toplanmasının dinen caiz olmadığını mantığa ve ilmi gerçeklere dayanarak izah ediyor maddi olanaklarına da kısıtlama gelmesine vesile oluyorduk neticede yazıları okuyanların kafası gerçekten karışıyordu ve cemaate adeta nefes dahi aldırmadığımız bizzat cemaatin mütevelli üyelerinden itiraf almış bir ekibiz. Nitekim 2012 yılı idi yanlış hatırlamıyorsam bütün mütevelli geldi ziyaret etti ofisimizi ve kartvizit ve reklam tekliflerini önümüze yığdılarda biz Onlara sizin hocaefendi dinler arası diyalog yatığı sürece bizim için hoca da değildir müslüman da değildir ve biz mücadeleyi her alanda veririz cevabını verip kartvizitlerini iade ettik. Bu detayın da bilinmesini istedim. Uzatmadan 2014e geleyim kendisi ile 2002'de bir kez ofisinde tanıştığım ve bekle sen AKP'de belki biz Hocam ile beraber giriştiğimiz kavgada yenemeyiz ve AKP yenerse ileride seni oradan belediye başkanı yaparız dediğim kişi olan Nurullah Cahan'ın yanına gittim ve kendisine o tanıştığımız günü hatırlatarak haydi hazırlan vakit geldi belediye başkanı yapalım seni ve cemaat ile mücadele edelim dedim.
Zaten niyeti olduğunu da duyuyordum kendisi de hiç itiraz etmedi ve beraber çalışma teklifime de sıcak baktı. Sonra belli paraları cebinden ödemek şartıyla ve dürüstlük ve şeffaflık adına birbirimize namus sözü vererek aramızda ihtilaf olursa İlmihal'e bakmak üzere anlaştık. Tabi Haydar Baş'a ve fikirlerine hürmetimizin de ortak olması en baştaki şartlarımız arasında idi. Aynı şekilde Ehlibeyt ve Atatürk'te ortak değerimiz olacaktı.
Diyebilirsiniz ki nasıl inandın? Çok açık söyleyeceğim başka çarem ya da alternatifim yoktu. CHP de ve MHP'de seçim kazanma niyeti yoktu ve zaten seçim kazanmak derdi olmayan adaylar göstermişlerdi. Ayrıca MJP Adayı Alpay Özgür'de Hazim Sesli ile beraber fotoğraf veriyor Onlarla anılıyor idi. AKP içindeki adaylar arasında da en aklı başında ve cemaate uzak aday adayı Nurullah Cahan idi. Oda bize samimi ve yakın davranmıştı. Nitekim bize maddi destek sağlamak istemesi de benim samimiyetine dair önemli bir ölçüm idi o gün için. Nurullah Cahan ile anlaşmamız gereği aday adaylığı sürecinde kendisine danışmanlık ve medya desteği sunduk bu süreçte sık sık yanımıza gelip sohbetlerimize iştirak ederdi ve çok mutlu olduğunu belli ederdi. Günlerden bir gün gece saat 02.00 sularında bizim ofise geldi ve sabah meclis üyeleri listesi teslim etmeye gideceklerini söyledi. Ertesi günü Genel Merkeze teslim edeceklerini söylediği listeyi inceleyen Erkan Çuhadar hiç bir şey söylemeden listeyi yırtıp attı. Abi neden yırttın dediğimde ne kadar kendisinin fetöcü dediği isim varsa listeye yazmış dedi ve bazı isimleri sayarak bunlar bile var dedi. Biz tabi Cahan'a dakikalarca ağır eleştiriler getirdik yüzüne ve bu liste ile seçime gördüğü takdirde kendisine belediye başkanlığı seçimli boyunca karşı duracağımızı ve başkanlık yaptırmayacağımızı söyledik. O gece bize Genel Merkez'den YSK Süresi dolana kadar on beş yada yirmi gün kadar izin alacağına ve listeyi tek başına yazma yetkisi alacağına dair söz vererek ayrıldı ofisimizden.
Ancak sözünü tutmamış ve listeyi olduğu gibi onaylatıp gelmiş ve ilan etmişlerdi face hesaplarından. CHP ve MHP adaylarının kötü olması sebebiyle çok avantajlı olan Nurullah Cahan nasıl olsa ben başkan olacağım meclis üyelerinin kim olduğu çok önemli değil diye düşünüyordu. Biz ise Ali Erdoğan'a yakın isimlerin yazılması halinde cemaatin etkisinde kalacaklarını ve belediyeyi istediği yönetmesine izin vermeyeceklerini düşünüyorduk. Tabi çok müdahale edemedik seçim sattı mahalli boyunca sadece seyredebildik. Cahan'a desteği kesmiştik ama rakiplerinden kimseye de destek olamıyorduk keza Alpay Özgür'de hala Hazim Sesli'ler ile birlikte anılıyordu o süreçte. Nitekim seçimlerden 15 gün kadar önce bir açıklama yapan MHP Adayı Alpay Özgür Egem Tvden yaptığı açıklamada Nurullah Cahan ile ilgili bir bomba patlatacağından bahsediyordu ve ben başkan oldum zaten göreceksiniz falan gibi sözler sarfediyordu. Ben hemen anladım bahsedilen bombanın cemaatin elinde olduğunu ve Alpay Özgür aracılığı ile servis edilmek üzere Nurullah Cahan'ın üstü kapalı tehdit edildiğini. Nitekim seçimden aylar sonra konuştuğumuz Alpay Özgür bu süreci doğrulayarak of the record ve özel bir ortamda eski Ülkü Ocakları Başkanı arkadaşım Serkan Arıcan ve Erkan Çuhadar'ında hazır bulunduğu bir ortamda Uşak Haber Merkezi çalışma ofisinde söyledi. Hatta cemaatin kendisine bu açıklamayı yaptırdığını ancak daha sonra Cahan ile yaptıklarını düşündüğü anlaşma gereği bahse konu bombayı kendisine vermediklerini içeriğini bilmediğini söyledi. Benim tekraren belge mi görüntü mü peki? Soruma da inan bunu ben de bilmiyorum dedi. Bu kısmını anlatıyorum ki Nurullah Cahan'ı nasıl adım adım fetöye kaptırdığımızın resmi de gözünüzün önüne gelsin mahkeme heyeti olarak. Tabi seçimlere 15 gün kala bu açıklamanın ardından Ali Erdoğan ile Cahan arasında çokhızlı bir yakınlaşma oldu ve Erdoğan, yurtdışına giderken vekaletini Nurullah Cahan'a vererek gitti dolaylı destek ifade etti ve birlikte fotoğrafta verdiler. Nitekim Cahan seçildikten sonra devir teslim töreni sorasında Ali Erdoğan Nurullah Cahan'ın yüzüne karşı basın önünde emaneten oturuyorsun geri geleceğim bile demişti.
Seçimden sonra Nurullah Cahan Ali Erdoğan konsorsiyomu şıkır şıkır işletildi belediye de ve Menzil fetullah anlaşması olduğunu çok belli eden uygulamalar devreye kondu. Özellikle UTAŞ ile ilgili yapılan planlar ve Menzilcilerin çok cüretkar davranıyor olması bizi çok rahatsız ediyor her fırsatta bu sıkıntılarımızı dile getiriyorduk görüştüğümüz AKP'li yetkililer ile yada belediye yetkililerine. Tabi bizi dinleyen olmadığı gibi Nurullah Cahan taahhütleri arasında var olan her ay basın bülteni yayımlayarak ihale ve doğrudan teminleri ve sonuçlarını halka arz etme bülten şeklinde bütün esnafa dağıtma vaadini yerine getirmemiş bizi de bu durum bir hayli rahatsız etmişti. Keza bu taahhüt zaten bizim Nurullah Cahan ile anlaşmamız gereği verilmişti halka.
Biz Mart seçimlerinden sonra 1 yıl kadar sabrettik ve eleştirmeye başladığımız günün ertesi gün ortağımızın daha doğrusu bütün maddiyatını harcayıp yok ettiğimiz abimiz ve arkadaşımızın işlettiği belediye iştiraki olan Ataparkın sözleşmesini feshettiler. Hiç beklemediğimiz ve hiç bir gerekçe gösterilmeden Kimse Devletin Kudretini Sınamaya Kalkmasın şeklinde başlıklar ile paylaşılan bu fesih işlemine Bölge İdare Mahkemesine yürütmeyi durdurma istemiyle açtığımız davayı kazandık ve mahkeme yürütmeyi durdurma kararı aldı.
Ancak kendisini partizan davrandığı için sık sık eleştirdiğimiz için zaten bize kızgın davranan dönemin Uşak Valisi Seddar Yavuz'un da desteğini alan Nurullah Cahan ve ekibi adeta gemi azıya almış gibi dört koldan saldırdılar. Aynı anda kendileri her yerde aleyhimizde kampanya başlattı. Mafya olduğumuzdan tutun da mute nikahlı karılarımız olduğuna varıncaya değin, hatta nargilelerde uyuşturucu kattığımızdan tutun da Atapark müşterisi olup kızdığımız insanlara işkence ettiğimize varıncaya değin pek çok iftiraları kendi kontrollerine aldıkları basın yada fake hesaplar üzerinden attılar. Bu esna da reklam verenlere baskılar uygulanmakta idi. 800' e yakın abone sayımız birden bire 350'lere düşmüştü. Bu sırada mahkeme kararına rağmen bize tanıdıklları süre dolmadan bir gün önce haber gönderdiler sabaha başlarına yıkacağız mekanı boşaltsınlar diye. Bende bunun üzerine bana mahkeme kararı tanımadıklarını söyleyerek haber yollayan belediye ekibine hitaben haber yollamayın erkekseniz gelin yıkın sabahta Ataparkta olacağım eşşek gibi uyacaksınız mahkeme kararına gibi bir yazı yazdım kendi face hesabımdan. Hemen bunu haber yaptırdılar Vali’ye eşşek gibi dedi diye. Yalanlayamadıkta doğru da diyemedik konu dallanıp budaklanmasın diye ama kesinlikle Vali kastıyla söylememiştim. O konu gitti kargaşaya bir kaç gün sonra geldi kepçeler Atapark Kafeteryanın etrafını hem de her yerini kazdılar zaten kış günü idi ve her yer çamur içinde kaldı. Kendimiz bile kafeteryaya zor geçiyorduk ki müşteri gelmesi imkansız hale gelmişti. İnanılır gibi değil ama gerçek koca Atapark komple hizmete kapatıldı aylarca patates tarlası gibi görüntü şehrin göbeğinde yaşatıldı ve var edildi. Tabi ki Gazeteyi çıkarmamızdan tutun da her konuda bize maddi destek sunan Erkan Çuhadar ciddi bir yara almıştı çok önemli bir akarı kesilmiş üstelik aylarca bedava kira verdikten sonra iki ay ödeyemediği kira gerekçe gösterilerek derdest edilip çıkartılarak esnaflık ve işletmecilik kariyeri de ciddi zarar görmüştü. Nasıl olsa en az 3 yıl buradayız düşüncesiyle kış bahçesi dahil yaptığı 250 bin lira civarı masraf ve emekte heba olmuştu.
Zaten gazetenin 18 ay sadece abone ve reklam gelirleri ile idare ettiği, yani henüz basın ilan kurumundan yararlanamadığı aylarda desteğini aldığımız ve bir hayli borçlandığımız Erkan Çuhadar'a hem gazetenin hem de sitenin imtiyaz sahibi olması karşılığında son birikimini de bizimle paylaşmasını istedik çünkü bizde zor durumda idik işletme olarak ve sigortalarımızı vs ödeyemez haldeydi işletmelerimiz. Gerçi aramızda para ve maddiyat sorunu hiç yoktu ve bütün ekip olarak birimizin varlığı hepimizin varlığı idi. Bu arada şunu da anti parantez belirtmeliyim Cahan ve ekibi bu süreçte bir çok haberci gönderdi anlaşalım ne istiyorlarsa verelim şeklinde ve geri çevrilmesi güç teklifler de getirdiler biz hırsızlık varsa biz yokuz şeklinde geri çevirdik hepsini. Ataparktan bu şekilde bir hikaye ile derdest edilip atıldıktan sonra Erkan Çuhadar Orman Müdürlüğünün bir ihalesine girmiş ve üzerine tip proje işletmeler oturtmak üzere çevre yoluna cephe 140 dönüm arazi kiralamış. Ormanla yapılan sözleşmenin feshi için her türlü siyasi baskıyı bizzat karışarak kuran Nurullah Cahan'ın bize yaptıkları diğer zulümleri detayları ile tanık ve delillerini de ortaya koyarak şikayette bulunduk dilerseniz mahkemenize o dilekçemizi de sunabiliriz. Okusanız yuh artık dersiniz. Adamlar bizim üzerimize kira da olan Ormana ait mülke tasarruf için proje yaptı ve meclis kararı aldırdı hem de resmi olarak. Anlatsam size o kadar çok bariz yaptılar ki zulmü tanığa delile bile hacet yok. Keza sayfamızda haber beğendi diye zabıta tehditi ile karşı karşıya kalan esnaftan tutun da bizimle iş yapmaya yeltendiği için tehdit yiyen iş adamlarına varıncaya değin daha neler var neler? Ama maalesef sonuç almak bir yana Devletin Savcısı ile de davalık olduk sonunda. 2015 Ekimi idi yanlış hatırımda değilse bu FETÖ Operasyonları başladı ve Başsavcı Vekili Hacı Aykut Aydın'ın aldığı kararlar ile bazı göz altılar gerçekleşti.Tabi ki ben edindiğim gözlem ve bilgilere dayalı açıklamalar yaparak FETÖ Soruşturmasının gidişine dair eleştirilerimi paylaştım. FETÖ Soruşturmasının kişiler üzerinden ve fetö itirafçılarının ifadelerine dayandırılarak yürütülmesinin doğru olmadığını bu şekilde giderse tiyatroya dönüşeceğini, dönemin Asayiş Müdürü iken sürgün giden Yılmaz Baytun, Ali Erdoğan, Hazim Sesli gibi FETÖ'ce kullanıldığı bilinen siyasetçi ve bürokratlara uzanmadığı sürece bu soruşturmanın fetöyü ortaya çıkartıp yok edemeyeceğini ve tiyatrodan ibaret kalacağını falan söyledim ropörtajlarda.
Bu açıklamalarımın ardından beni İstihabarattan olduğunu söyleyen İsmail iisminde bir polis memuru aradı. Benimle Kom binasında görüştü ve bana yaptığım açıklamalara istinaden Savcı talimatıyla benimle görüştüğünü ve benim fetö ile ilgili bildiklerimi kendisine anlatmam gerektiğini kendisinin de Savcıya aktaracağını söyledi. Ben kendisine soruşturmanın gidişindeki gördüğüm sıkıntı ve sorunları fetönün sandıklarından çok daha güçlü olduğunu ve böyle davranılırsa ortaya çıkartılamadığı gibi fetö düzenin devam edeceğini anlatmaya çalıştım. Fakat İstihbarat Polisi arkadaş beni dinlemek bile istemedi sen bize akıl verme bilgi ver dedi. bende bunun için düşünmem gerektiğini söyleyerek ayrıldım KOM Binasından. Ertesi günü beni tekrar aradığında ise kendisi ile görüşmek istemediğimi ve ifade falan vermeyeceğimi çok istiyorsa Savcının kendisi ile bizzat görüşebileceğimi anlattım. O Polis arkadaş beni bir daha aramadı ancak bir kaç hafta sonra sanırım Bahadır Sakoğlu Savcı aradı kendisini Basın Savcısı olduğu için tanırdım ve benimle görüşmek istediklerini özellikle fetö oruşturmasını yürüten Başsavcı Vekili ile görüştüreceğinden bahsederek davet etti. Tabi kabul ettim ve gittim odasına.
Kendisi bana FETÖ ile ilgili bildiklerimi anlatıp anlatamayacağımı sordu ve Hacı Savcının bu konuda yardım istediğini söyledi. Bende Bahadır Savcıya ben bu saatten sonra Hacı Savcıya güvenemem ikinize bir ifade verirsem ve söylediklerim anında kayıtlara geçip işleme konursa ben konuşurum değilse hedef seçip fetöcü ilan edeceğimiz bir zeminde ben bu işe alet olmam dedim. Bu sözlerime bozuldular ve bana ikisi birden çıkıştı biz kişileri hedef seçmiyoruz fetöyü çözmeye çalışıyoruz dediler. Ben de kendilerine samimi iseler benim yardımlarım ile fetöyü çözebileceklerini söyledim. Beni dinlerlerse Ali Erdoğan ve Nurullah Cahan'ı almak zorunda kalacaklarını ve bunun öyle kolay olmayacağını çünkü Ali Erdoğan'ın arkasında direk Fetullahın kendisinin olduğunu kolay yedirmeyeceğini aynı şekilde Cahan'ın arkasında da Menzil dolayısıyla başka örgütlerin bile olabileceğini ve kendisini kolay harcatmayacaklarını söyledim. Bahadır Sakoğlu bana sen Savcıları çok küçümseme istersen nedir ki belediye başkanı almak? Yeterki yeterli delil olsun dedi? Bende kendilerine Kılıçdaroğlu İle Fetullah Gülenin arasında elçilik eden bir hakim olan Mustafa Başer'in Uşak'ın ve Ali Erdoğan'ın önemini ortaya koyan itiraflarını anlattım ve Uşak'ın fetönün merkezi olduğunu da, aynı şekilde şimdi de Menzilin Türkiye’deki belki de tek belediyesi haline döndüğünü de tabi. Biz bu konuları konuştuğumuz esnada başka bir Savcı odaya girdi ismi Umut Emek Aşılıpınar idi galiba bana Erkan Çuhadar’ın Ataparktaki eski ortağı Arif Akçakaya ile ilgili bilgiler sordu fetöye ilişkin ve ben de onunla ilgili bilgim olmadığını söyledim ki gerçekten de yoktu. Neyse bizim konuşma yarıda kesilmiş oldu Hacı Savcı bana sen dedi yazılı olarak getir en iyisi biz işlem yapalım. O zaman dedim ben size olay olay ayırarak anlatayım bildiklerimi ve kurum kurum. Tamam dediler ilk iş Uşak Ülkü Ocakları Başkanı Serkan Arıcan ve beraberindeki bir grup arkadaşımıza kurulan kumpasın siyasetin yanısıra Emniyet ve Adliyedeki ayakları ile beraber ortaya koyacaktık.
Nitekim konuya zaten hakim bir gazeteci olarak adeta bir iddianame titizliğinde yazdığım dilekçeyi imzasız olarak dönemin İl Emniyet Müdürü İbrahim Ergüder'e imzasız olarak teslim ettikten sonra imzalı olarakta Hacı Savcının eline bizzat teslim ettim Vedat Orhan'ın tanıklığında. Ancak Dilekçeyi okuduktan sonra bana iade etti Hacı Aykut Aydın Savcı bende böylece iyice emin olmuştum ki Savcıların fetö çözmek gibi bir dertleri yok idi. Bıraktım tabi akışına konuyu ve fetö soruşturmasına ilişkin iddialı çıkışlar yapmaktan vaz geçip köşemden gözlem paylaşmaya devam etme kararı aldım nitekim öyle de yaptım. Belirlediğim yayın politikasına 15 Temmuza kadar uydum. Ajansların haberlerini geçtik sadece ve Savcılar ile ters düşecek şeyler yazıp söylemekten geri durduk açıkçası ve soruşturmaya destek olduk nihayetinde inanmasakta. Çünkü inanmasakta fetöcüler cezaevine gidiyordu sonuçta ve buda bir şeydi bize göre. Yıllar önce bunları hayal bile edemezdik. Biz yine elimizden geldiğince mücadeleye katkı sunduk her alanda. 15 Temmuz gecesine değin bu söylediğim seyride gitti yakın yaklaşık daha pek çok detay var belki anlatmadığım ama Fetö ile irtibatıma dair suçlanabileceğim hiçbir şey yok emin olun. 15 Temmuz gecesi darbe girişimini bizde her sıradan vatandaş gibi televizyonlardan öğrendik. Köprünün kesildiği haberleri vs. işte bildiğiniz gibi. Gelişmelerin Fetö ile ilgisinden bahsedilmiyordu ve gelişmeler çok tiyatral bir hava da gidiyordu sanki darbe maksatlı bir girişimden ziyade kafa karıştırmaya yönelik bir eylem gibi duruyordu. En azından ben öyle düşünüyordum. Nitekim o gece babam ofise yanımıza geldi ve O’da yakın yaklaşık aynı şeyleri söyleyerek böyle darbe olmaz oğlum bu işte bir iş var dedi.
Hemen aklıma Haydar Baş’ın Eylül’de açıklayacağını bahsettiği Atatürk’ün Gizlenen Vasiyeti geldi. Öteden beri takipçisi olduğumuz Atatürk’ün gizlenen vasiyetinin Haydar Baş tarafından açıklanmasının önüne geçmek için yapılan bir darbe ya da tiyatro ile karşı karşıya olabileceğimizi düşündüm. Nitekim yaptığım röportaj ya da yazdığım yazılarda da bu düşüncelerimden bahsettim. Ayrıca tüm konuşma ve yazılarımda altını çizerek benim gözlemlerime dayalı düşüncelerim olduğunu ve birer komplo teorisinden ibaret olduğunu da belirttim durdum. Keza ben bu konuşmaların ilkini daha olay gecesi yaptım ve o zaman ne fetöden bahis vardı ne de fetullahçılardan. Kaldı ki ben gerçekten o gün için fetönün bu kadar güçlü olduğunu hiç düşünememiştim. Hele askerimizin içinde bu kadar çok fetöcü çıkabileceği aklımızın işi bile değildi. Darbeye kalkışabileceklerini düşünemezdim bile. Nitekim ortaya Fetö nün darbe girişimi olduğu iddiası ortaya atıldığı andan itibaren buda olabilir demeye başladım. Nihayetinde abaktım ki işin içinden çıkılmayacak son bir açıklama ile yeterli bilgiye erişinceye değin bu konuda konuşmama kararı aldığımı da söyledim. Keza şu an için bu konuda bize söz düşecek bir durum kalmadı. Darbe girişiminde bulunanlara Mahkemeler gerekli cezayı verdi. Darbe girişimi sonrası hız kanan FETÖ Soruşturmasını takibe ve kamuoyunu aydınlatma işine koyulmuştuk. Bu kadar süre geçti bu kadar mücadele verdim kimseyi de hedef gösterip fetöcüdür yada darbecidir demedim. Kimseyi ima yoluyla bile işaret etmedim. Çünkü anlamıştım bu güne bu noktaya gelineceğini. Nitekim geldiğimiz nokta da Uşak Adliyesinde yürütülen Fetö soruşturmalarının neredeyse tamamı sil baştan yeniden görülüyor ya da görülecek durum bu.
Darbenin üzerinden 12 gün geçtikten sonra 27 Temmuzda çıkan bir KHK ile gazetemizin Fetö sebebiyle kapatıldığını bende basından öğrendim. İnanılır gibi değildi ama gerçekti. Girdiği eve ya da dükkana girmediğim sofra altı gazetesi olarak bile kabul etmediğim gazete olan Zaman gazetesi ile birlikte gazetemiz kapatılmıştı. Üstelik Fetö gerekçesiyle. Yıllarca mücadele verdiğim ve mücadelemin sadece bir kısmını ifademe sığdırmaya çalıştığım Fetö örgütü ile birlikte anılır hale gelmiştim. Üstelik bunu bana yapan Devletimdi. Hemen Valiliğe gittim ve Valilikte görüştüğüm yetkililer kendilerinin de şaşırdığını ve gazetenin kapatılmasının Basın İlan Kurumu yada Valilik ile bir ilgisinin olmadığını söylediler. FETÖ Savcısı olan Bahadır Sakoğlu’nun yanına gittim ve buda ne demek oluyor sayın Savcım? Siz bizden Fetö dinlerken bizim gazete fetöden kapatılıyor dedim. Kendisi bana Uşak Adliyesi ile konunun bir ilgisi olmadığını ve siyasi bir karar olduğunu söyledi hatta Nurullah Cahan’ın işi olabilir diye de işaret etti ve açılır senin gazeten merak etme dedi. Gazetenin kapatılma kararından birkaç gün sonra İmtiyaz Sahibi olan Mehmet Ali Kandilli’nin evine baskın düzenlendi ve Mehmet Ali Kandilli göz altına alınırken evinde aramalar yapıldı. Birkaç gün gözaltında tutulan ve adeta alelusul ifadesi alınan Mehmet Ali Kandilli Kom’da alınan ifadesinin ardından Savcılık ifadesine bile gerek duyulmadan Savcılık talimatı ile serbest bırakıldı. Biz tabi bekliyoruz ki takipsizlik kararı verilecek dosya kapatılacak ve biz gazetenin açılması için gerekli itirazlar da bulunup yeniden gazetemize ve gazetemiz dolayısıyla elde ettiğimiz basın ilan kurumu ve reklam abone gelirlerine. Çünkü Gazete günlük olduğu için her ay düzenli olarak basın ilan kurumundan o günkü para ile 17 binlira gibi bir rakam gelir elde ediyordu tanesini 1 Liradan sattığımız gazetenin yaklaşık 10 Bin lira gibi de abone geliri vardı ve bu para ile hepimiz geçimlerimizi temin ediyorduk. Ancak zaten diğer gelirlerimiz ve gelir elde etmek amaçlı yapmaya çalıştığımız işler siyaset eliyle kesilmişti böylece gazeteden elde ettiğimiz gelirlere de yine Devlet kullanılarak ve siyasi bir kararla el konulmuştu.
Tabi gazetenin mal varlığına da el konuldu ve biz gazetenin açılmasını beklediğimiz süreçte bize bile haber edilmeden haraç mezat satıldı. Bu arada siyaset ve Devlet bürokrasisinde üzeri kırmızı çizgi ile çizilmiş eski gazeteci muamalesi gördük ve ısrarla yok saydı Devletimiz ve siyaset. Yazdıklarımız suçlandığımız zaman dilimleri dışında görmezden gelindi ve kimse feryadımızı duymadı. Kaderimize terkedilmiştik ne kavgayı bırakıp gelir elde edebileceğimiz bir işe bakabiliyorduk zaman ayırıp ne de kavga bitiyor gazetemizin açılması başta olmak üzere haklarımız teslim ediliyordu. Anlaşılmıştı ki gazetemizin kapatılma sebebi tamamen bizim maddi manevi olarak bitirilmemiz üzerine siyasetin yaptığı plandaki altın vuruş idi. Nitekim Cumhuriyet Savcılığı yıllarca işlem yapmadan içeriğe dair bize bilgi de paylaşmaksızın bekletti dosyamızı. İnanın muhatap bile bulamadık ne olup bittiğini anlamak yada derdimizi anlatmak adına? Bu süreçte Cumhuriyet Başsavcısına Uşak Valisine defalarca randevu istedim dönüş bile yapmadılar. Gazeteciliğe devam etmek zorunda idim çünkü fetönün değişik taktiklerle siyaseti elde tutma ve yönetme girişimleri sürüyordu ve sahayı Onlara terkedip rızk endişesi ile başka işlerde çalışmaya gitmeyi ihanet gibi görüyordum şehrime inancıma ve değerlerime.
Tabi gazetecilikten para kazanma şansımız olmadığı için de 3 yılı aşkın süredir beş kuruş para kazanmadan eşin dostun desteği ile bu güne dek geldik. Size burada yaşadığım maddi sıkıntıları ve çoluk çocuk nasıl rezil olduğumuzu anlatmayacağım ama tahin edebileceğinizi düşünüyorum. Zaten yuvam yıkıldı boşanmak zorunda kaldım da çocuklarımın nafakasını bile ödeyemedim. Büyük oğlumu yanıma alarak geçimini daha doğrusu okul giderleri ve harçlığını üstlendim mecburen. Küçük oğlumda okulunun ofise yakınlığından da yararlanarak öğlenleri gelip gidiyor her gün yanıma. Nafakasını ödeyemediğimi gerekçe ederek çocuğumu Devletin görme hakkı verdiği tarihlerde göstermiyor Annesi daha doğrusu ailesi. Tabi ki Onlar da benimle ilintisi olan herkes gibi Nurullah Cahan’ın etraflarında oluşturduğu taaruzla karşı karşıyalar çok farkında olmasalar da.
İş öyle bir noktaya geldi ki mesela Babamın amcamla olan mahkemelerinde de siyasetin etkisi hissedilir derece de yaşandı. İnceleseniz dosyayı anında anlarsınız kararı veren Hakimlerin bu kararları bir baskı altında almış olabileceğini. Düşünsenize amcam babama ait 2B’li mülkümüzü gitmiş kimsenin haberi olmadan satışa çıkarmış ve almış. Babama bir tebligat gitmiş bu arazideki tasarrufunu çek çünkü bu arazi artık resmen Ali Çavuşoğlu’nun şeklinde biz bu tebligatın ardından satışın iptali için dava açtık.
İnanmayacaksınız ama satış sözleşmesinde imzası olan köylüler geldi bu imzalar bizim değil dedi. Babamın bütün kardeşlerini çağırdı mahkeme tek tek dinledi bizim satıştan haberimiz yok mülk zaten Yaşar Çavuşoğlu’na yani babama aittir diye ifade verdiler. Yani satışın batıl olduğu da haksız ve hukuksuz olduğunu da kabak gibi ortaya çıkardıktan sonra Hakimler davayı düşürdü ve siz kardeşler olarak kendi aranızda halledin diye salık verdi Hakim. Babam çıkışta dedi ki Nurullah bu karar senin yüzünden böyle çıktı. Amcanın bu kararı verdirtecek gücü ve nüfuzu yok normalde senin düşmanlar bu kararı aldırttı bırak dedim sana şu kavgayı bırakmadın bak hepimizin başına iş açtın. Bir an benim yerime kendinizi koyun. Babam kardeşlerim, eski eşim, annesi kardeşleri, bir çok arkadaşım benim kavgam yüzünden kendilerinin de sıkıntı yaşadığını düşünüyor ki haksız da sayılmazlar. Peki benim suçum ne? Yada kiminle niçin kavga etmişim? Belediyenin yada Devletin kaynaklarına çöreklenip Fetö ile iktidar paylaşanlarla mesleğim gereği kavga etmişim. Keza ben bu kavgaya girdiğimizde Erkan Çuhadar’a dedim ki abi bunların amacı hırsızlık belli, biz takip edelim iki hırsızlıkta suçüstü yakaladık mı toplarlar bunları Savcılar. Yeniden seçim olur hiç değilse bunlardan kurtuluruz. Ama maalesef bir sürü yolsuzluğu belgeleriyle ortaya koyduk mahkemeye verdiler beraat ettikte bu hırsızlara hesap soran olmadı. Hiçbir Savcı belediyeyi batıranlara gelin bakalım siz demedi diyemedi. Oysa eski belediye başkanlarından Mesut Apaydın zimmetten yargılandı geçmişte Ali Erdoğan Başkanken kaç kez hakim karşısına çıktı haklı yada haksız gerekçelerden. Biz bunların da bu kadar korunup kolanabileceğini hesaba katamazdık ki.
Şu an cezaevinde yatan bir arkadaşım var mesela ismi Ünal Danışan tahammüden cinayetten Müebbet ceza aldı ve cezası istinafça onandı. Oda fırsat bulup izine çıksa beni vuracak. Neden? Çünkü bu adam normalde tüfekle adam yaraladı. Yaraladığı adam kaldırıldığı hastane de tedavi gördü birkaç gün ve yaradan kaynaklı hayati tehlikeyi atlattığına dair doktor raporu ve yine doktor sevki ile beraber Plastik Cerrahi tedavisi için sevkedildiği hastaneye giderken yolda ambulans tuhaf bir trafik kazasına karıştı. Kaza sonrası yaşanan bir sürü tuhaflığın ambulansın gecikmesi vs derken sanırım yaraladığı kişi yolda öldü. Yaralandıktan sonra ambulansta ölse diyeceğim tamam bir mantığı olabilir. Ama adam yaralandıktan sonra bir kazasız hastaneye gitmiş, tedavi görmüş hayati tehlikesinin olmadığına dair rapor verilebilecek kadar da sağlıklı. Yani aslında yaralayan kişi ile illiyet bağı kesilmiş. Doktor hatası ile ölse bile cinayet diyemezsiniz ki adam başka bir kaza sonrası o kaza da da yara alarak ve berelenerek ölmüş. Peki neden cinayetten yargılamak istesin Savcılar Hakimler Ünal Danışan’ı? Ne tanırlar ne de özel gıcıkları olması için bir sebep var? Ünal Danışan’a göre sebep biziz. Nurullah Cahan hem bizim canımızı acıtmak hem de bizimle de ilintirebilme olasılığını hesaba katarak mahkemeye etki ediyor. Ünal Danışan’ın canı yansın ki beni bunlar azmettirdi falan deme olasılığı doğsun. Yada hiç işe yaramazsa Ünal Danışan bize cezaevinde buğz edip gelene gidene bizi şikayet eder bu bile Nurullah Cahan için yeter. Gerçek bu olmayabilir elbette Ünal Danışan yanılıyor olabilir. Ama dışarıda da Ünal Danışan’ın ailesine belediyeye yakın çevrelerin teması ve bazı gardiyanların kasıtlı eziyetleri de eklenince haksızsın diyemiyoruz.
Peki Ünal Danışan’a göre benim yapmam gereken ne? Babama göre değilse de kardeşlerime göre de tabi ki yapmam gereken Nurullah Cahan’ın çok güçlü olduğunu kabul etmek ve gidip Cahan ile anlaşmak. O zaten her yerde değilse de benim çevremin duyacağı yerlerde benimle anlaşmak istediğini ama benim gazetecilik işini abarttığımı Devletle karşı karşıya geldiğimi ve aslında hırçınlık ettiğimi dile getirip duruyor. Peki hırçın mıyım? İnanın hiçte değil. Aslında hırçınlaşırsak neler yapmaya kadir olduğumu size anlatsam ayıp olur burada efendim ama inanın biz hırçınlıkta etmedik iftira da etmedik hatta mümkün olduğunca enemizi devre dışı bırakarak objektif bir anlayış ile konulara yaklaşmaya çalıştık. Gidip yüzlerine tükürmeyi düşünebilirdik mesela? Ama sosyal medyadan bile hakaret etmedik inanın. Ama tüyü bitmedik yetimin hakkını nasıl talan ettiklerini dün fetöcü dedikleri ile nasıl birlikte rant elde ettiklerini göre duya bir uzlaşı ortamını hayal edemezdik. Kaldı ki bu Devletle de bizim aramızı bozabilir hukuken suça bulaşmış olabilirdik bu saatten sonra Onlarla aynı masa da oturarak. Suça ya da suçluya bulaşmak bir yana başına iş açmamak için meyhanenin olduğu sokağı bile kullanmayan birisi için böylesi bir risk göze alınamaz ve böyle bir uzlaşı masasına oturulamazdı. Lakin bunu artık Devlete anlatamadığım sürece halka ya da çevreme anlatmam pek mümkün değildi çaresiz sabredecektim ki ettim. Peki bunca zulmü yaşarken Devleti neden haberdar etmedin. İnanın denedik Erkan Çuhadar ile ikimiz birlikte şikayet dilekçesi verdik ama maalesef yine 1 yılın üzerinde bekledik dilekçemizin üzerinden İç İşleri Bakanlığı oluru gelmediği gibi Cumhuriyet Savcısı Cihangir Esen açıkça Onları kollamak için yalan beyanı bizim ağzımızdan resmi belgeye yazdı ve dosyayı rafa kaldırdı.
Onunla da mahkemelik olduk sonunda mecburen şikayetçi olduk HSK’ya vb kurumlara. O’da bizden şikayetçi oldu Cahan’ı resmen üstelik ağzımızdan şifai yalan beyanı belgeye yazarak kolladığını haber yaptık diye ve beraat ettik bu arada. Oysa ki burada uzatmamak adına vermediğim pek çok detayı ve tanıklarıyla delilleriyle beraber Siyasetin gücünü kullanarak bize nasıl bir zulüm uyguladığını ortaya koymuştuk, Nurullah Cahan’dan şikayetçi olduğumuz dilekçede. Ama maalesef görevi kötüye kullanmaktan dava açılmasını bile sağlayamadık Hakim Bey. Maalesef Adaletimiz ve Başsavcımız başta olmak üzere Savcılarımız yaşadığımız zulme seyirci kaldıkları gibi feryatlarımızı da duymazdan geldiler. Devletimiz sandığımız kadar güçlü ve zinde çıkmadı diye o sıra da 18 Yaşında değilmiş diye biz bu çileyi çektik sanırım. Devletimize küsecek halimiz yok elbette. 3 Yıldır sürekli düşünüyor, sürekli yazıp söylüyor haddimce hududumca imkanım ve gücüm yettiğince doğruları dile getiriyor halkımızı ve Devletimizi Fetö vb hırsızlık yada terör çetelerine karşı uyandırmaya çalışıyorum. Her gün bekliyorum ki Devletim bugün beni müjdeyle uyandıracak. Hiç değilse gazetemizin açıldığı haberi ile uyandırılacağım. Ama maalesef her sabah aynı hayal kırıklığına uyanıyor ve Devletim ve Milletim adına kahroluyorum.
Siz artık beni uyandırmayacağınız bir yere gönderin ben yatayım ve hepinizin içine dert ve ahirette vebal olarak kalayım çoluk çocuğumla çok geç kaldınız diyesim çok var. Hele herkes O Cihangir Savcı gibi olsaydı buna inansaydım Milletime ve Devletime olan sevgimi söker atar bunları söyleyebilirdim. Ama geride bıraktığım enkazlar bana mani oluyor inancım değer yargılarım bana mani oluyor ve mücadeleye devam ediyorum. Geç kaldınız demeyeceğim ama ihtiyacım olanın salt beraat kararından ibaret olmadığını ve Devletimizin malesef bana açtığı zararın bu davayla sınırlı olmadığını bilin. Ama geç kalmış sayılmazsınız efendim hiç suçsuz yere dağılan bir çok ailenin yeniden toparlanmasına haksız yere kapatılan nerdeyse kusursuz hizmet veren bir gazetenin yeniden açılıp ekibini toparlamasına vesile olacak kararı alabilirsiniz. Bilmiyorum girdiğimiz davalar da babamın yada Ünal Danışan’ın davasında yada başka davalarda yukarıdan etki oldu mu? Ama bu dosyanın yukarısının baskısıyla bu zamana kadar bekletildiğine ve yüzleştirilmek istenmediğine eminim neredeyse. Geciktirerek şehre kabus gibi çöken çeteye zaman kazandırılmak şahsımın usanıp çekilip gitmesini sağlamak maksatlı yukarısının baskı kuruyor olmasından başka hiçbir mantığı yoktu çünkü bu dosyanın bunca zaman rafta bekletilmesinin. Bilmiyorum size de yukarıdan baskı geldi mi mahkeme öncesi? Ama lütfen vicdanınızla karar verin zaten darbeye tiyatro dediği için yargılanmış ve beraat etmiş insanlar var. Yani emsal kararlar var ve bu kararlar Adalet Bakanlığınca Yargıtaya taşınmış ve Yargıtayca da onaylanmış. Zaten bizim gibi sıradan bir yerel gazetecinin düşüncesinin de çok önemi olmayacağına göre mesele ortadan kalkıyor demektir.
Kaldı ki hiçbir konuşmamda demokrasi nöbeti tutuyoruz diye meydana inenlere ne işiniz var meydanda? Dememişimdir mesela. Demek istediğim benim ihtiyacım olan Beraat kararından biraz daha fazlası. Tabi ki yetkileriniz dahilinde bu talebim. Yoksa sizden özel bir beklenti içine girecekte değilim efendim. Ben zaten Millet nezdinde beraat ettim Allah nezdinde de bu konuda suçlanmam bile vakıa olamaz çünkü yaşadığım hayatın ve ne yaşadığımın çok farkındayım. Hele ki bu konuda. Çünkü bu konu benim itikadım imanım mukaddesatım onurum ve izzetim bunlara ben dahil kimse dokunamaz bu can bu bedende iken.
Benden fetöcü de çıkmaz Fetö destekçisi yada propagandacısı da. Ben o gün için düşüncelerimi kamuoyu ile paylaştım hepsi bu. Darbe girişimi olursa tiyatro demek suçtur diye uyarılmadım ki daha önce çıkıp bunu söylemeyeyim. Düşünce özgürlüğü kapsamında söylenen öngörü ve komplo teorisi olduğunun yeterli bilgiye dayandırılmadığının altı konuşma yada yazı esnasında çizilmiş, tahminlerden oluşan konuşmalardan yargılanıyorum ki hiçbir sözüm fetönün işine gelecek mana yada muhtevayı bile taşıyamaz. Fetö’nün merkezi en azından merkezlerinden birisi Uşak olduğuna göre ve bende Uşak’ta Fetö ile neredeyse tek başına yıllar süren amansız mücadele veren birisi olduğuma göre FETÖ’nün baş düşmanları arasında can düşmanları arasında olmam gerekmiyor mu? Fetönün servis ettiği bir çok siyasi planı yada tezgahı kafalarında parçalamış bir gazeteci olarak yaşadığım hayata, samimiyetime ve bunca yıl yazdığım yazı ve yaptığım onlarca haber dayanarak söylüyorum bunları, Şehrin Ülkücüsünün de Atatürkçüsünün de Ak Partilisinin de saygısını sempatisini kazanmış yazdıklarını Onbinlerce Uşaklının okuduğu röoprtajlarını On binlerin izlediği bir gazeteci olarak söylüyorum bu suçlama benim çok ağırıma gitti ceza almayacağıma aklanıp çıkacağıma adım gibi emin olsam da.
Affınıza sığınarak şunu da ilave edeceğim ki iki çocuğumun bizim babamız Adamdır demeye devam edebilmeleri için bu mahkemeyi milat edinmek ve tek celse de kazanmak zorundayım vaktim de yok artık o noktadayım. Bu yüzden uzatma sınırlarını zorluyor olabilirim lütfen bağışlayın.Lakin benim ve şehrimizin asıl ihtiyacı olan bu mahkeme vesilesi ile diğer mağduriyetlerimin de giderilmesi için bana bir hukuk yolunun açılması kararı. Zira gerçekten çok zor durumdayım cebimiz de harçlığımız yok inanın ve uzun zamandır ofisimde kalıyorum hatta neredeyse hiç sokağa caddeye çıkmadan çalışıyorum. Ortada para yok. Acilen sıkıntılarımızın giderilebileceği bir hukuk yolu açılmazsa ben ve çevremde ciddi aile faciaları yaşanabilir diye ikaz etmeden de geçemeyeceğim. Nerdeyse hayatı ve bütün çalışmaları FETÖ ile mücadele ile geçmiş bir insanı bunca yıl mağdur ettikten beş kuruşsuz ve gelirsiz bırakıp üstüne FETÖ Propagandası yapmaktan yargılarsanız mecburen 10 sayfa ifade dinlersiniz.
Uzattım farkındayım efendim ama hem haklılığım hem de elimin güçlülüğünün bilinmesi gerektiğini düşündüğüm ve ayrıca Devletime içim dökmek için bu davayı bir fırsat addettiğim için bu kadar uzattım. Mesela Gazetenin kağıt üzerinde sahibi olan eski yol ve dava arkadaşım Fizik Öğretmeni Mehmet Ali Kandilli ile bile problemliyiz. Oysa Kom’a gidip ifade verdikten sonra ben senin için cezaevinde bile yatarım abi demişti. Şimdi gazetenin sahibinin kendisi olduğunu söylüyormuş sağda solda gerçeğin bu olmadığını bile bile ve gazete açılsa da bize vermeyeceğini söylüyormuş. Çok yakın olupta gazetenin sadece kağıt üzerinde sahibi olduğunu bilip ayıp değil mi diyene de ben gazetenin sahibiyim demiyorum ki üzerime borçları var ödesinler veririm gazetelerini benim ne işim olur gazete ile diyormuş. Şimdi sizce ben ne yapmayalım? Erkan Çuhadar’a ya da hepimize ait olan gazeteye tek başına çökmeye çalışan adamı mahkemeye versem acaba sonuç sizce ne olur? Kim kaybeder mahkemeyi? Ya da mahkeme süresince ben ne yer ne içerim iki çocuğum ile kimbilir?
Özetle hayatımda neredeyse her şeyi berbat etti Devlet eliyle siyasetin aldığı kararlar ve acilen Adalete ihtiyacım var. Yalnız olsam yalnız başıma bu çileyi çekiyor olsam ortak kavgamız dediğimiz kavgayı ateşten topa dönüşünce kucağıma atan ve Onlar da halihazırda dağılma eğiliminde olan benimle beraber çile çekip bu davadan çıkacak sonucu bekleyen başka aileler ya da kişiler olmasa inanın bu kadar uzatıp anlaşılma isteğini abartmayacağım. Diliyorum ki anlaşılmışımdır ve diliyorum ki Adalet yerini bulur artık ve artık Devletimizden yana da yüzümüz yerden kalkar. Mahkemeden çıkınca da haklıymışım Devletime sonuna kadar güvenmekte diyebilirim dilerim ve dilerim hak yerini bulur. Gazetemiz açılırsa birikmiş alacaklarımıza ve gelirlerimize kavuşma şansımızın yanısıra gazetemizi satadabiliriz ki en az 500 bin lira eder. Bilmeden bir kabalık ya da saygısızlık ettiysem özür dileyerek saygılarımı sunarak gereğini yüce makamınızın bilgilerine arzederek ifademi sonlandırıyorum.
Nurullah Çavuşoğlu