Ne zaman doğru itibardan bahsedilse aklıma şu hikâye gelir;
Bir gün şeyhin biri müridini bir şehre halifelik etmesi için yani şeyh adına o şehirde irşat vazifesi ifa etmesi için yollamış başka bir deyişle icazet vermiş. Bunu duyan başka bir mürit şeyhin yanına gidip ‘’hocam ben de halife olmak istiyorum. Bana da icazet verir misiniz?’’ demiş. Şeyh müridinin bu isteği karşısında ‘’eğer gerçekten istiyorsan önce git evini sat’’ demiş. Mürit hocanın dengesizleştiğini düşünmüş fakat gideceği yerde evlerin ona ait olup güzel itibar göreceğini düşünerek gidip şeyhin emrini gerçekleştirip parayı alıp yanına gitmiş. Ardından parayı ne yapacağını sormuş. Şeyh müritten parayı denize atmasını istemiş. Bunun üzerine mürit hocanın uçuk olduğuna dair kanaatini kesinleştirmiş ve en azından parayı fakire fukarayı dağıtmasını istemesi gerektiğini düşünmüş. Mürit o kadar paranın heba olmasına razı gelmeyip bir hile düşünmüş. Planına göre şeyhe parayı denize attığını söyleyerek kandırmak suretiyle parayı da kurtarabilmek için paraları naylona sarıp ipe bağlayıp denize atacak ve icazeti aldıktan sonra paraları da denizden alarak vazifelendirildiği şehre göçecekmiş. Planladığı gibi yapmış ve parayı naylona sarıp iple sahilde bir direğe bağladıktan sonra Şeyhin huzuruna çıkmış ve şeyh ona sormuş ‘’attın mı denize paraları evlat?’’ ‘’attım hocam’’ demiş mürit. Bunun üzerine şeyh ‘’evladım çöz de gel’’ demiş.
Buradan çıkarmamız gereken dersi az çok hepimiz anlamışızdır. Eğer mürit şeyhine doğru itibarı göstermiş ve güzel zanda bulunmuş olsa idi onun hafife alınmaması gerektiğini bilirdi ve böyle ucuz numaraya başvurmazdı. Aynı şekilde şeyh üzerinde doğru bir itibar kursaydı şeyhinin ondan böyle bir şey istemeyeceğini bilecekti ve yeterli olgunluk ve kemalata eriştiğine şeyh kanaat getirdiğinde diğer müridine yaptığı gibi hiçbir şey istemeden onu halife olması için gönderecekti. Çoğu zaman zihnimizin oyununa yenik düşeriz dolayısıyla olumsuz tecelli yaşarız. Karşımızdaki insan belki de itibar gösterilmeyecek biri değil, belki de zihnimize itibar göstermediğimiz için Allah bunun yansımasını bize o insanla gösteriyor yani gördüğün kişi itibara layık olmayan birisi değil, zihnimizde kendimizi itibarsızlaştırdığımız için gördüğümüz ise sadece ve sadece zihnimizin yansıması.
Pekala; çıkarmamız gereken ders zihnimize doğru itibar gösterir isek karşımızdaki insanların bize doğru itibar göstermesinin kaçınılmaz olduğu gerçeği değil midir? Bunun neticesi samimi bir ortamda başarı elde edebilmek için, değer verme ve itibar etmenin ölçülerinin önemini kavramak ve çalıştığın yerde, evde, çarşıda, okulda verimi artırabilme gayesi ile zihinlerimizi doğru çalıştırmak, ilk önce kendi zihnine daha sonra insanlara doğru itibar göstermek başarının anahtarı olacaktır diyebiliriz. Gördüğünüz yanlış itibar sizin hak ettiğiniz itibar değil, sizin gösterdiğiniz yanlış itibardan doğan bir yansıma. Fakat burada değinmek istediğim herkese çok itibar etmek değil, ölçüsünce hak ettiği kadar, layık olduğu kadar, ne eksik ne fazla tam kararınca itibar göstermek, doğru olana doğru itibar göstermek. Yanlış kimseye gösterilen fazla itibara atalarımız ‘’gereğinden fazla değer, soytarıyı kral eder’’ sözüyle noktayı koymuş. Benim bahsetmiş olduğum hikâye ve atalarımızın rehber niteliğindeki bu sözüyle kime nasıl değer ve itibar gösterilmesi gerektiğini anlamalıyız. Bu da ancak ve ancak zihnimize gösterdiğimiz doğru itibar ile ortaya çıkacak ve kime nasıl itibar göstermemiz gerektiğine o doğru bir şekilde karar vererek bize yansıtacaktır. Şayet şeyhini kandırarak icazet alabileceğini zanneden aklı evvel mürit şeyhinden umduğu itibarı bulmuş olsa ‘’gereğinden fazla değer, soytarıyı kral eder’’ sözü kendisinde tam olarak tecelli edebilirdi. Yine şayet mürit şeyhine hak ettiği itibarı göstermiş olsaydı ne icazet beklentisi içine girecek, ne de kandırmaya kalkarak mahcup olacaktı. Hak edenin hak ettiği itibarı görmesi dileklerim ile yazımı sonlandırıyorum ve hepimize huzur ve başarı dolu bir ortam düşlüyorum.